Monday, 1 April 2013

sweet life

İzmir tatilim bitti, İstanbul'da havaalanındaki lounge'ların birinde oturmuş Londra uçağımı bekliyorum.

Son yazdığımdan beri:

- Festivalin (benim için) son gününde Route of Acceptance adlı bir film izledim. Hayatta yaptığımız seçimlerin geleceğimizi nasıl değiştirebileceğini işleyen, hangi üniversiteye gideceğine karar vermeye çalışan bir genç kadının hayatının o seçime göre nasıl farklı biçimlerde şekillenebileceğini gösteren bir filmdi. Çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim, ama ele aldığı konu bana İngiltere'ye hiç gitmemiş olsam şu anda nasıl bir hayat yaşıyor olacağımı merak ettirdi.

- Festivaldeki partilerin birinde biriyle tanıştım, geçenlerde yaşadığım o sorunlu İzlandalı kız faciasından sonra aklı başında görünen birinden ilgi görmek bana çok iyi geldi.

- On gündür İzmir'deydim. Günlük güneşlik, deniz manzaralı bir şekilde uyanmanın; bütün gün kucağımda mırıldayan bir kediyle televizyon izlemenin; milyon çeşit yemek yemenin tadını çıkardım. Önceki gün Çeşme'ye gidip denize girdim. 

Londra'dayken en çok güneşi ve denizi özlüyorum. Yengeç burcu olmamla alakası var mı bilmiyorum ama denizle, daha doğrusu suyla çok büyük bir bağım var. Bir şeye sıkıldığımda suyun beni çektiğini hissediyorum, kendimi en yakın deniz ya da nehrin yanında buluyorum (Londra'da South Bank'e bu kadar bağlanmamın sebebi de bu sanırım). Neye sıkılırsam sıkılayım suya yakın olmak beni sakinleştiriyor. Dünyadaki en güzel his bence kesinlikle yeni denizden çıkmış bir şekilde kumlara uzanıp dalgaların sesini dinlemek, hafifçe esen rüzgarı ve güneşi yüzümde hissetmek. Bu aralar bu hissi çok özlüyorum. Keşke kışı Londra'da, yazı Çeşme'de geçirebilsem ya da Londra'daki sosyal hayatımı buraya taşıyabilsem. Straight olsaydım İzmir'de hiç sıkılmadan yaşayıp gidebilirdim. Homofobik bir toplum + sıfır gay ortam ikilisi bende yalnız, sevgisiz geçecek bir hayat korkusu uyandırıyor.

- Sigaradan gerçekten çok fena nefret eder hale geldim. Şu anda yanımda loungeda sigara içilmediği için şikayet eden tipleri gördükçe sinirleniyorum, o derece. İnsanların kendilerini zehirlemekten ve çöpe para dökmekten başka bir boka yaramayan bir şeye bu kadar bağımlı olmalarını aklım almıyor, istese kimsenin bırakamayacağına inanmıyorum. 

Geçen gün Alsancak'taydım, girdiğim bütün barlarda 'Sigara içilmez' yazısı olmasına rağmen açık/kapalı her alanda sigara içilmesine göz yumuluyordu. Sigara içenler kalkıp dışarı çıkmasın diye neden biz sigara içmeyenler böyle dumanaltı bir ortama maruz kalmak zorundayız? Sigara içenlerdeki sigara içmeyi hakkı görüp geri kalanların duruma katlanmasını bekleme durumu nasıl bir 'entitlement' örneğidir? Gerçekten çok sinirleniyorum. Ne zaman böyle bir ortamda bulunsam eve geldiğim gibi duş alıp saçlarımı yıkama, üzerimden çıkan her şeyi çamaşır makinesine atma ihtiyacı duyuyorum. İçenler farkında değil ama sigara içen birisi içtikten yarım saat sonra bile yanımda dursa bir metre öteden leş gibi kokusunu duyabiliyorum. Gerçekten çok, çok iğrenç bir şey; hayatımın kadını karşıma çıksa ve sigara içiyor olsa, öpmeyi geçtim yanına yaklaşmak bile istemem. Peki o zaman insanlar neden böyle iğrenç bir şeyi bir de üzerine para vererek içiyor? Biri açıklasın.

No comments: