Friday, 10 June 2011

exasperation

Bugün hayatımda gördüğüm en fena yağmurlardan birine uyandım. Bildiğiniz sokakları sel götürüyordu. Giyindim, evden çıktım, durakta oturmuş otobüsün gelmesini beklerken Facebook'ta dolanıyordum ki birden yanımdan inanılmaz yükseklikte bir "küt" sesi geldi. Ayağa fırladım, baktım otobüsten inen bir teyze yağmurdan ayağı kayıp düşerken kafasını durağın oturma yerine çarpmış. Ben baktığımda kafası oturma şeyinin altındaydı, görünmüyordu, aklımdan ilk geçen düşünce "Kadın ya öldü, ya da kafatası çatladı" oldu, kadını kaldırdı insanlar, kan görmeye hazırladım kendimi, ama hiç kan yoktu. Kadın ayağa kalktı, sendeledi, oturttular, "Merak etme bir şey olmamış, kanamıyor, sorun yok" dedi insanlar, biraz oturduktan sonra kalktı gitti. Bana göre kesinlikle "Sorun yok" falan değildi; o kadar yüksek bir küt sesi çıktı ki dediğim gibi, hiç bir şey olmadan o kadar şiddetli bir kafa travmasının atlatılması bence çok düşük bir ihtimal. Bence anında bir hastaneye gidip beyin sarsıntısı (ve hatta kanaması. Note to self: Nörolog babaya şiddetli kafanın üstüne düşülürse beyin kanaması geçirilebilir mi diye sor.) olasılığına karşın kontrol edilmeliydi. Ama kadının başına toplanan o kalabalık arasında çok bilmiş insan edasıyla bunu söylemeye çekindim. Sonra da otobüse bindikten sonra bir süre o küt sesi kafamda yankılandıkça içim bir fena oldu, kadıncağıza bir şey olursa diye vicdan azabı hissettim. Hissediyorum. Umarım iyidir.

Bu sırada, insanlar kadını yerden kaldırmaya çalışırken gerizekalı kadının teki de "Bu yağmurda topuklu ayakkabı mı giyilir, önünüze baksaydınız bari" falan gibi salak bir laf etti. Dünyada hakikaten tokatlayıp kendine getirmek istediğim çok insan var.

Rhetoric and Political Speech essay'imi almak için okula gittim, 65 aldığımı gördüm, mutlu oldum. En yüksek not 70'miş.

Okuldan dönerken dün akşam okulumuzda Art Brut konseri olduğunu öğrendim, kaçırdığıma sinir oldum. Sonra da duvarda bu afişi gördüm otobüsle geçerken, kafamı çevirip bir daha baktım, SebastiAn'ın albüm kapağıymış. Mükemmel.


Ben otobüsteyken hava gayet açmış, günlük güneşlik olmuştu. Bir saatlik yolun sonunda eve yürürken ise yine gökyüzü kapkara bulutlarla kaplanmıştı, ve nefesimi dışarı verirken buhar çıkıyordu. Haziran ayında. Bu Londra'nın havası suyu bir ilginç cidden.

Bugün kadının birisi bana "Selam, tanışabilir miyiz" diye mesaj atmış. "Tanışabilir miyiz" lafı benim için en büyük turn off'lardan biri olduğu halde birine mesaj atma cesaretini bulan insanları kırmak istemediğim için selam verdim. Bir daha "Tanışabilir miyiz" dedi. Profilimde de özellikle "Bana tanışabilir miyiz derseniz ve ne yaparsak tanışmış sayılacağız cevabını verirsem uyuzluk olsun diye demiyorum gerçekten" yazıyor, belli ki ya okumamış, ya da okuduğunu aklı almıyor. "Nasıl tanışacağız" dedim bu sefer sabrım tükenmek üzere bir şekilde. "Msn'de görüşsek, tanışsak" dedi. Msn kullanmadığımı belirttim. Gelen cevap: "Kullanma o zaman sen burda tanış". Ne dediğini anlamadım gerçekten. "Hey dostum senin sorunun ne" tadında bir cevap atmak isteyince gördüm ki beni engellemiş. Çok da fifi, ama komik geldi bana bu durum. Gerçekten, bazı insanları şöyle bir sarsmak istiyorum.

Böyle tipler çok karşıma çıkıyor, msn yok deyince "E o zaman nasıl tanışacağız" falan diyenler.
Bunu okuyan ve yukarıdaki davranış biçimlerinde bulunanlara bir tavsiye: O kadar tanışabilir miyiz, e o zaman nasıl tanışacağız vs konseptli 5 tane mesaj atana kadar bana 5 tane soru sorup beni tanıma işine çoktan başlamış olabilirdiniz.

Diğer bir tip: Profilime ya da bana gönderme yapmayan, herkese atılır türde standart mesajlar atan birine ilgi duyma ihtimalim çok düşük. Bu konuda yalnız değilimdir eminim.

Ergen gibi trip atan 35 yaş üstü kadınlara ise hiç tahammülüm yok. Engellemek nedir cidden.

Neyse.

Yarın Slutwalk var Londra'da. Sabah sabah süslenmeye üşenmezsem en sürtük elbisemi giyip, en sürtük makyajımı yapıp gideceğim.

No comments: