Wednesday, 12 September 2012

i knew better, still you said forever

10 saatlik uyku sonrası bu sabah gözlerimi Londra'da açtım. Yatağımın yanındaki pencereden baktığımda gördüğüm masmavi, bulutsuz gökyüzü, bana hala yaz ruh halinde olduğumu ve şu anda vücudumdaki tek bir hücrenin bile Londra'da olmak istemediğini fark ettirdi. Her Londra'ya dönüşümde ilk gün biraz acayip hissederdim, ama bu kadar yabancı hissettiğim hiç olmamıştı, hiç böyle "Her şeyimi toplayıp eve dönmek istiyorum" diye düşünmemiştim. İki yıl önce Lisa'yla yine dönmeme birkaç gün kala ayrıldığımızda dört gün içinde yeni bir ev bulma ve taşınma gereğinin verdiği strese rağmen bu kadar umutsuz ve kötü hissetmemiştim,   kafamda "En iyisi neyse o oldu, bunu kısa sürede atlatacak ve yeni bir hayata başlayacağım" diyen bir yer vardı. Ve hissettiğim azıcık moral bozukluğunun neredeyse tamamı Lisa'yı kaybetmiş olmaktan değil, alışkanlığa dönüşmüş uzun süreli bir ilişkinin bitmesinin getireceği değişimden çekinmemden kaynaklanıyordu. Bu kez öyle değil. Beş gündür hem çok yalnız kalamadığımdan, hem de kendimi "Bu insan için bir daha gözyaşı dökmeyeceğim" diye kastığımdan, bir kez olsun oturup ağlamadım. Ama içimde 20'li yaşlarıma gelip ergenliğin duygu yoğunluğunda yaşanan ilişkileri geride bıraktığımdan beri deneyimlemediğim, çok fena bir ağırlık hissi var ve yakın zamanda bir yere gidecek gibi görünmüyor. Bana saçmalamayı bırakmamı, hak etmeyen insanlar için üzülmenin enayilik olduğunu ve bunun değerimi bilecek biriyle karşılaşma yolunda bir adım olduğunu söyleyip duran mantıklı iç sesimi dinlemek, hatta o ses olmak istiyorum. Yani içimde duyguları kenara bırakıp mantıklı düşünebilen böyle bir yan varsa, o ses zihnimin tamamını oluşturuyormuş gibi davranıp tamamen olaylara o çerçeveden bakabilmeliyim, değil mi? Ama yapamıyorum. Hala "Bugün öğleden sonra yanıma gelmek için işten izin alacaktı, belki yine de gelir" diye saçma sapan şeyler peşinde olan kalbimin sesini dinliyorum. Ve mantıklı sesimi dinlemeye dair telkinlerimin hiçbiri işe yaramıyor. Yaramadığı gibi, bir yandan da mantıklı sesimin kalp sesime loser işareti yaptığını görür gibiyim.

Sinir bozucu.

2 comments:

no-go said...

bir süredir blog'unu takip ediyorum, ama sanırım ilk kez yorum yapıyorum. çok klişe olacak, ama: iyileşeceksin. senin içinde bulunduğun durumu hiç yaşamamış olsam da, aşk acısının ne kadar felaket, ne kadar dünyadaki en karanlık yer, ne kadar mahvedici olduğunu biliyorum.

bizzare love triangle senin için gelsin.

en yakın zamanda daha iyi olacağını umuyorum.

zerofeelings said...

Yorum için teşekkür ederim, güzel bir şeyler duymaya çok ihtiyacım vardı bu aralar. Aşk acısı bir de sonbaharın gelişiyle birleşince çok fena oluyormuş gerçekten.

Bizarre Love Triangle senelerdir dinlememiştim, lisedeyken o zamanki aşk acıma eşlik eden şarkılardan biriydi. O aşk acımın kaynağı olan insanın şu anda umrumda bile olmaması da zamanın böyle şeyleri iyileştirdiğinin en iyi örneklerinden biri herhalde.