Monday, 7 May 2012

my best friends are all listening to crunk

Bu aralar Facebook listemdeki Türkiye insanlarının yarısı yurtdışında yaşıyor. Bunlar içinde bir grup insanın "Ülkemi özledim, ah gurbet" temalı update'lerine denk geliyorum sık sık. Ve bu insanlar gittikleri ülkede sürekli Türkler'le takılan, Türk mekanlarına giden, Türk yemekleri yiyen, internetten Türk gazeteleri okuyup Türk televizyonu izleyen, Türk müziği dinleyen, siyasetinden futbol maçı skorlarına kadar ülkede olan biten her şeyi takip eden tipler.

Ben bu seneki ev arkadaşımın tesadüfen Türk olması dışında Londra'da en ufak bir Türk çevresi olmayan, Türk mekanlarına gitmeyen, ülkede olan biteni pek takip etmeyen ve Türkiye'deki arkadaşlarıyla ancak onlar istediğinde ya da Türkiye'ye gideceği zaman konuşan biriyim. Haftada bir falan buradaki gazetelerde Türkiye'yle ilgili bir haber var mı diye bakıyorum, onun dışında çok çılgın bir şey olursa zaten ekşi sözlük'te sol frame'de görürüm zihniyetindeyim. Düzenli olarak Türkiye'den sadece annemle ve babamla konuşuyorum, her hafta mail'leştiğim biri var, birkaç arkadaşımla Facebook'ta arada konuşuyoruz, onun dışında Türkiye'yle pek bağım yok orada olmadığım zaman. Ve İngiltere'de yaşadığım dört yıl boyunca bir kez olsun "aaahhhh gurbet" türü bir şey hissetmedim.

Bu ülke özlemine yol açan şeyin ülkeyle bağlarını koparmama olduğunu düşünüyorum. Eğer insan herhangi bir sebepten uzun süreli olarak yurtdışında yaşamayı planlıyorsa, o bağların kısmen kopması, ya da en azından fena halde esnemesi gerekiyor. İnsanın enerjisini ve dikkatini taşındığı ülkedeki hayata, insanlara, kültüre uyum sağlamaya vermesi gerekiyor. Yoksa Amerika'nın bilmem ne kentinde "Küçük Türkiye" arayan, orada yaşamın tadını çıkarmak yerine evde oturup "Ah İstanbul İstanbul olalı" diye Sezen şarkılarına ağlayan tipler oluyorsunuz.

Benim bağlarım hiçbir zaman güçlü değildi, belki o yüzden zorluk yaşamadım ve bana söylemesi kolay geliyor. Bilmiyorum. Oluşundan günler sonra öğrendiğime göre Sibel Kekilli "Yüzde 10 Türk hissediyorum" demiş ve çılgın, gözü kapalı milliyetçiler sinirden kendilerinden geçmişler. O lafa katılmadan edemedim, yüzde 10 bile benim için şüpheli hatta.

**

Londra'da süper sample sale'ler oluyor. Kısa süreli olarak ünlü markaların eski sezon, gelecek sezon ya da vitrin ürünleri %70'i bulan indirimlerle satılıyor. Sadece aksesuar ve ayakkabılardan oluşan ve Balenciaga, Miu Miu, Marc by Marc Jacobs gibi markaların yer aldığı bir sample sale'e davetiye bulmayı başardım geçen hafta. Çanta fiyatları gittiğim diğer indirimlere göre yine de tuzluydu, ama aşağıda görmekte olduğunuz £80 değerindeki Marc by Marc Jacobs flip flop'ları 25 pound'a almayı başardım. Bir tane vardı, pembeydi ve ayağıma tam oldu. Mutlu oldum.


Camden'daki sample sale sonrası nasıl olsa Kuzey Londra'dayım diyerek sevgilim ve çocuğuyla buluştum. Çocuklardan pek hazzetmeyen ve hayatında hiç çoluk çocuklarla iletişimi olmamış biri olarak fena halde stres yapmıştım nasıl olacak diye. Ama gayet iyi anlaştık. Kendimi Nando's'un aile bölümünde oturup bebek beslerken buldum. Çok acayipti. İyi acayip ama, kötü acayip değil.

No comments: