Sunday, 19 June 2011

girls in tight dresses who drag with moustaches

Hayatımın en hareketli haftası son hız devam ediyor. En son blog post'umdan sonra evdeki giysilerimin bir kısmını toplayıp babamın oteline bıraktım, sonra birlikte Brighton'a gittik. Adamcağızın şansına son birkaç haftanın sıcak ve güneşli havası yerini yağmurun hiç durmadan sabahtan akşama şakır şakır ve yan yan yağdığı, kazak + ceketle donulan kara kış türü bir havaya bırakmıştı bu haftasonu. Öyle ki, Brighton'da bir deniz ürünleri restaurantına gidip sonra da sahilde birer bira içtikten sonra Londra'ya dönmek zorunda kaldık. Otele geldiğimizde abartısız küloduma kadar ıslanmıştım ve ayakkabılarım yere basarken gırç gırç su sesi çıkarıyordu (su sesi efekti nedir hakkaten? "gırç" değil herhalde). Üstümü değiştirip ayakkabılarımı saç kurutma makinesiyle kuruttuktan sonra Millennium Bridge'in dibinde, mükemmel manzaralı bir yere yemeğe gittik. Yağmur hala tüm gücüyle devam ediyordu ve otele döndüğümde yine sırılsıklam olmuştu her tarafım.

Sabah GoGo Festival için Kent'e doğru yola çıktım. Londra'da hava kapalı olmasına rağmen yağmur yağmadığına seviniyordum ki yarı yolda yağmur başladı. Festivalin yapıldığı ebesinin nikahındaki tarlaya en yakın tren istasyonu 3 km uzaklıktaydı. Daha önce Lisa'ya giderken trende uyuyakalıp o istasyonda inmişliğim olduğundan istasyonda bir taksi durağı olduğunu biliyordum, gidince taksiyle festival alanına giderim diye düşünmüştüm. Ama durağa gidince ilk müsait taksinin 1 saat 45 dakika sonra durağa döneceğini öğrendim. "Hasiktir" diyerek telefonumda alternatif taksi duraklarına bakıyordum ki, 2 tane gayet gay görünen kadın gördüm. Yanlarına gidip "Pardon, siz de festivale mi gidiyorsunuz" diye sordum, öyleymiş, o sırada festivale giden ve bizi gören biri daha yanımıza geldi ve 4 kişi başka taksi bulma ihtimalimiz olmadığını fark edince festival alanına yürümeye karar verdik. Kenarında yayaların yürümesi için bir kaldırım, yol vs. bile olmayan çamurlu, kırsal bir yol üzerinde arabalar 10 cm dibimizden geçip canımız için korkarak 3 km yürüdük. Evet, 300m yürüyünce bile ayağı iflas eden ben 3 km yürüdüm. Festival alanına geldiğimizde ayağım hayatımda hissetmediğim bir şiddette sızlıyordu ve davul gibi şişmişti bildiğiniz. Yerler ıslak falan demeden yere bir poşet koyup üstüne oturdum, birkaç saat öyle götüm donduktan sonra arkadaşlarımdan biri çadırdan battaniyesini getirdi ve bütün günü/geceyi oturarak geçirebildim. Ama şansıma bütün gün bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı, ve yan yan yağdığından bahsetmiş miydim? Yani şemsiyeyle oturmak saçlarımdan başka hiç bir yerimi korumadı, kelimenin tam anlamıyla küloduma kadar ıslanmıştım. Yağmur durduktan sonra idrar yolları enfeksiyonu korkusuyla festivale külotsuz devam etmek zorunda kaldım, o derece.

Onun dışında festival süperdi. Uh Huh Her iptal oldu diye sinir olmuştum, ama yerine The L Word'ün theme song'unu yapan grup Betty'i koyarak beni mutlu ettiler. Sabahtan akşama durmadan içtik, ama sarhoş olmadan, tatlı tatlı geçen bir gündü. O yağmura rağmen. İnsanın çevresinin binlerce gay kadınla çevrili olması, ve bunun getirdiği -çoğu insanda var olan**- ortak anlayış bambaşka bir şey. Bir kardeşlik mi desem, ne desem, sanki sadece bizim bildiğimiz bir sırrı paylaşmak gibiydi.

Ayrıca ortamda erkek oranı %1 falan olduğundan mı nedir, tuvaletler tertemizdi gittiğim diğer festivallere kıyasla.

Festivalin en güzel yanı İngiltere'ye taşındığımdan beri uzun zamandır hissetmediğim bir-arkadaş-grubuna-dahil-olma hissiyle dolu geçmesiydi. Aylar önce bu post'umun 3. kısmında bahsettiğim insan ve onun birkaç arkadaşıylaydık. Post'umdan da anlayacağınız üzere ilk tanıştığımda kendisinden pek hoşlanmamıştım, o da beni pek sevmemişti diye tahmin ediyorum. Sonraki buluşmalarımızda da bana "Ben feminist değilim" demesi üzerine sarhoş kafamla sinir olup saçma sapan laflar etmiştim. Buna rağmen bana kızmamıştı, Facebook'ta ekleşmiştik, ve ona ettiğim tüm uyuz laflara rağmen canımın sıkkın olduğunu ya da bir konuda yardıma ihtiyacım olduğunu söyleyen tüm status update'lerimde bana yardımcı olmaya çalıştı aylarca. Son bir aydır falan birlikte zaman geçirmeye başladık, ve ben onu tanıdıkça hayatımda karşıma çıkan en kalbi temiz insanlardan biri olduğunu anladım. Gerçekten, bu kadar saf ve iyi niyetli başka insan tanımıyorum. O yüzden bu haftasonunu onunla geçirdiğim, ve uzun zamandan sonra ilk kez yeniden birinin "iyi arkadaşı" olduğum için mutluyum. Sadece bunu daha önce fark etmediğimize ve Türkiye'deyken onu göremeyecek olmama üzülüyorum.

Dün festivalde speed dating vardı. 150 kadın karşılıklı 2 sıraya giriyor. Herkes 1 dakika boyunca karşısındakiyle konuşuyor, 1 dakika sonra anons yapılıyor ve herkes bir soluna geçiyor, yeni biriyle konuşmaya başlıyor, böyle bir şey. Havadan sudan konuşma yeteneği sıfır olan, fena halde içine kapanık ben tek insanla konuşmakta zorlanırken aynı şeyi arka arkaya bir sürü insanla yapmak yemin ediyorum ömrümden yedi, nasıl stres oldum anlatamam. O kadar ki, 5 kişiden sonra falan dayanamayıp dışarı kaçtım. Dışarıda benim gibi aynı nedenden dolayı sigara içmeye kaçmış olan 2 kızla tanıştım, mutlu oldum.

Festivalin en süper anı Betty'nin The L Word açılış şarkısını çaldığı an oldu. Bir ağızdan şarkıyı söyleyen binlerce kadınla birlikte "It's the way that we live and love" diye bağırmak gerçeküstü bir şeydi.



Neyse, süper eğlenceli geçen bir festival sonrası internetten sizi arabayla bir yere bırakabilecek insan bulduğunuz bir site olan Liftshare'den bulduğum bir kızla Londra'ya döndüm. Son trene taksiyle yetişmeyi planlıyordum, ama saatler öncesinden ayırtmak için aramama rağmen yine hiç bir taksi şirketinde araba kalmamıştı. İlk önce tanımadığım birinin arabasına binmekte tereddüt ediyordum, ama kızla günün yarısını birlikte geçirdik, ve alkol alan ya da acayip biri olmadığını görünce içim rahatladı. Beni Güney Londra'ya bıraktı, Kent'ten oraya gitmemiz 1.5 saat falan sürdü. Daha sonra oradan bir gece otobüsüne binip Trafalgar Square'e, oradan da 2. bir gece otobüsüyle eve geldim. Londra içi yolculuğum toplam 2 saat sürdü. Gece gece sarhoş ve deli insanlarla bilmemkaç saat yollarda rezil olmam dışında iyi bir yolculuktu, festivalden taksiyle dönmeye kalksam 100 pound tutacaktı neredeyse. Böylece o para cebimde kaldı. Dünyada hala iyiliksever insanlar olması ne kadar süper.

** Çoğu insanda diyorum, çünkü bara içki almaya gittiğimde yanımdaki kadının "How may I help you" diyen barmaid'e "It would definitely help if you got naked" gibi maço ve seksist ötesi bir laf etmesi sinirlerimi fena halde ayağa kaldırdı. "Women should know better" dedim kendi kendime. Gerçekten. Diğer kadınlara böyle cinsel objelermiş gibi davranan idiot kadınları gördüğüm yerde tokatlamak istiyorum. Ben şahsen böyle ukala ve kaba bir kadının yüzüne bile bakmam, tipi ne kadar etkileyici olursa olsun.

No comments: