İlk gün sabahın köründe evden çıktıktan ve havaalanında 100ml'yi geçen bir sıvı olduğu gerekçesiyle güzelim saç kremim çöpe atıldıktan sonra Barcelona'ya 1-1.5 saat uzaklıktaki Girona'ya ulaştım (biletimi son anda aldığımdan direk Barcelona'ya uçsam çok pahalıya geliyordu). Cebimde bir cent bile euro yoktu, havaalanına inince oradan çekerim diye düşünmüştüm, ama herkes öyle düşünmüş olacak ki sadece 2 ATM'si olan havaalanında önümde 50 kişilik hiç ilerlemeyen bir sıra vardı. 1 saat 15 dakika ATM sırası bekledim, sonunda paramı çekip Barcelona otobüslerinin kalktığı yere gittiğimde önümde yine bir o kadar insan vardı (muhtemelen Primavera Sound için İngiltere'den gelen festival gençliğiydi hepsi, hipster bıyıklı ve loaferlı genç sayısına bakılırsa). 1 saat de orada bekledikten sonra ayaklarım öyle fena acılar içindeydi ki, utanarak söylüyorum ki sıranın önlerine kaynayıp otobüse bindim, otobüs giderken önümdeki insanların çoğu yer kalmadığından 1 saat sonraki otobüsü bekliyordu.
Sonunda Barcelona'ya vardığımda otelde babamla buluşup üstümü değiştirdikten sonra birlikte tekne turuna çıktık. Teknede güneşin altında fena halde amele yanığı olduktan sonra biraz dolanıp süper bir pazara rastladık. Milyon çeşit meyve ve meyve suyu inanılmaz ucuz fiyatlara satılıyordu, hemen arkalarında da envai çeşit deniz ürünü bedava denebilecek fiyatlarda. Yakınlarda yaşamak, her gün o pazardan alışveriş yapabilmek istedim.
Akşam şehir dışında gruplar için özel hizmet veren bir restauranta dönüştürülmüş bir malikaneye gittik. Bir sürü tapas eşliğinde süper şaraplar içtik. Otel dönüşünde herkes içmeye ya da kumar oynamaya gitti, ben zamanından önce yaşlanmış bir insan olarak otele kitap okuyup uyumaya gittim.
Ertesi gün Barcelona'ya 40 dakika uzaklıktaki sahil kasabası Sitges'e gittik. Deniz kıyısında tapas ve sangria keyfi yaptıktan sonra plaja indik. Deniz mükemmeldi, bembeyaz kumlarıyla plaj da öyleydi. 2 saat falan güneşin altında yatıp her tarafımız acılar içinde kaldıktan sonra biraz denize girip Barcelona'ya döndük. Akşam yine bir sürü tapas ve paella için bir deniz ürünleri restaurantına gittik. Oradan sonra yine insanlar gece dışarı çıktı, ben otele döndüm.
Cuma günü Park Güell, La Sagrada Familia gibi şehrin görülesi turistik yerlerini gezdik. Biraz daha amele yanığı olduk. Akşam da önce bir flamenco gösterisi eşliğinde yemek yedik, daha sonra da menüsündeki bir sürü Belçika birasıyla beni mutlu eden bir barda bir şeyler içtik. Sonra yine herkes çılgın atmaya gitti, ben otele döndüm. 21 yaşında süper eğlenceli bir insan grubuyla Barcelona gibi bir şehirde taksiyle gidip geleceği ve 5 kuruş ödemeden bütün gece istediğini içebileceği bir mekana gitme teklifine 3 gece arka arkaya hayır demiş olmak beni endişelendiriyor. Yaşlanmış hissediyorum kendimi.
Cumartesi son günümüzdü, sabah günü sangria + şarap + deniz ürünleriyle açtık. Öğleden sonra babamlar İstanbul uçağına, ben ise Londra uçağına doğru yola çıktığımızda herkes gayet çakırkeyifti. Akşam 11 gibi eve geldim, gelirken yolda metroda akşamki Barcelona-Manchester United maçını izlemeye çıkmış bir sürü insana denk geldim, gülümsedim (bu haftasonu aslında bir konferans için Manchester'da olacaktım, ama babam arayıp "Barcelona'ya gelsene" deyince vazgeçip Barcelona'yı tercih ettim).
Dediğim gibi, *inanılmaz* eğlendim bu hafta. Bunda hem Londra'nın depresif havasından Barcelona gibi güneş/deniz havasına gitmenin, hem de babamla ve onun çok çılgın arkadaş grubuyla olduğumdan hiç yalnız hissetmememin ve en ufak bir maddi sıkıntı olmadan zevkle para çarçur edebilmemin de etkisi vardı galiba. Hava çok sıcak ve güzeldi, deniz süperdi, deniz ürünleri gittiğimiz her yerde taze ve süper pişirilmiş/hazırlanmıştı, yerel şaraplar mükemmeldi, taksiler o kadar ucuzdu ki bir kez olsun toplu taşıma kullanmadık. Ama;
1) Taksi şoförleri, garsonlar, havaalanı otobüsü şoförleri, güvenlik görevlileri vs. dahil olmak üzere bu haftasonu konuştuğum 30 insandan 28'i falan İngilizce bilmiyordu. Avrupa Birliği üyesi bir ülkede ve Barcelona kadar turistik bir şehirde bence bu kabul edilemez bir durum.
2) 15 kere taksiye bindiysek 10'u kazıkçıydı. Hem İngilizce konuşmuyorlar, hem insanı bilerek dolandırıyorlar (bu *defalarca* başıma geldi), hem yanlış yola girerlerse onun da parasını sizden alıyorlar, hem araçlarında GPS olduğu halde kullanmayıp "Ben burayı bilmiyorum" demeden bilmedikleri için sizi yanlış yerde indirebiliyorlar, hem de tutması gerekenden 6-7 euro fazla tutan yola bir de utanmadan Katalanca bir şeyler mırıldanarak 2-3 euro ekliyorlar, "Neden eklediniz bunu" diyorsunuz, Katalanca bir şeyler demeye devam ediyorlar falan. Türkiye'de bile bu kadar "Belli ki bu insan turist, uzun yoldan götüreyim bari" zihniyetine bu kadar denk gelmemiştim hakikaten.
Ağırlık yapmasın diye giderken laptop götürmemiştim, ve Çarşamba günü Lensway diye bir gözlük + lens sitesinin bedava gözlük dağıtma kampanyası vardı. Gitmeden seçtiğim gözlüğün link'ini anneme mail attım, sağolsun canım annem siteyi açıp gözlüğü sepete attıktan sonra adresimi girmiş, her şeyi hazırlamış, tam kampanya başladığı saniyede "Onayla" butonuna tıklayarak bana sold out olmadan istediğim gözlüğü almayı başarmış. Bedavaya bir adet Vera Wang gözlüğüm olmuş oldu böylece. Bu hafta gelecek.
Coca Cola'nın yolladığı Bourjois makyaj malzemelerim ve ASOS'tan aldığım şifon etek ben yokken gelmiş, hepsi süper.
Mutluyum.
Bu arada o kadar televizyon izlemez biriyim ki, otelde gördüm bunu anca bu hafta. "Strangelove çalıyo lan" şeklinde gelişti tamamen olay. Süpermiş.
2 comments:
Gucci reklamı müthişmiş strangelove çalıyor ya :D ve bayağı iyi gezmişsin =)
evet biraz öyle oldu :)
reklam bence de süper! favori DM şarkım zaten strangelove.
Post a Comment