Sunday, 3 April 2011

the owls

From the second we are born we are older than the second that just passed. What makes us feel old is not age, it's nostalgia; a yearning for moments we know will stay with us forever, and we fear we'll never live again.

Bugün yine London Lesbian and Gay Film Festival için BFI'daydım. İlk önce Amerikan yapımı lezbiyen temalı kısa filmlerden oluşan bir gösterim vardı. Gösterilen kısalar arasında Public Relations ve Cried Suicide mükemmeldi, kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim.

Daha sonra lezbiyen kara komedi The Owls ve onun yapım aşamasını gösteren bir belgesel olan Hooters gösterildi. Filme Guinevere Turner'ın başrolde olduğundan başka hiç bir bilgim olmadan girdim ve her sahne benim için sürprizlerle doluydu diyebilirim. The L Word ve Go Fish'ten tanıdığım Turner'dan başka Go Fish'in Ely'i V.S. Brody de filmin oyuncuları arasındaydı. Aynı zamanda geçenlerde izlediğim bir film olan Elena Undone'ın oyuncularından biri The Owls'da Skye (the avenger :p ) rolündeydi. Itty Bitty Titty Committee'de Meat rolünde olan ve kalp atışlarımı hızlandırıcı etki sahibi Deak Evgenikos da vardı. Daha sonra Hooters'da filmin yapım aşaması gösterildi. Öğrendim ki Cuma günkü dersimde intersex ya da trans olmak hakkında konuşurken bahsi geçen Judith Halberstam filmin danışmanı, The Real L Word'de Whitney'nin ev arkadaşı olarak bildiğimiz Alyssa ise makyaj sanatçısıymış. Ayrıca credit'lerde Whitney'nin de adı geçiyordu, ama gözüme çarpmadı izlerken.

Net ortamlarında bulmak mümkün mü bilmiyorum, ama hem The Owls, hem de Hooters'ı fena halde tavsiye ederim. The Owls 40 yaş üstü birkaç lezbiyenin (older wiser lesbians - OWLs) yanlışlıkla bir baby dyke'ı öldürmesi sonucu yaşananları ve aynı zamanda onların yaşlanma korkularıyla yüzleşmeye çalışmalarını anlatıyor. Hooters ise dediğim gibi, filmin yapımı, ama tırt bir belgesel deyip geçmeyin, izlerken yıllardır gülmediğim kadar güldüm (But I'm a Cheerleader yönetmeni Jamie Babbit'in yapımcısı olduğu bir belgeselden sıkıcı bir şey asla beklemem zaten). Bulabilirseniz ikisini birden izleyin.

Günün olayı ise The Owls için sinemanın önünde kapıların açılmasını beklerken önümden inanılmaz taş bir insanın geçmesi, ve benim "Kız ne kadar da Itty Bitty Titty Committee'deki Meat'e benziyor" diye düşünmemdi. Neyse, o geçti gitti, kapılar açıldı, filmi sunmaya gelen kadının arkasından bu bahsettiğim kız sahneye çıkınca, "Bi dakka, acaba??!" falan oldum. Ve evet, öğrendim ki kız gerçekten Deak Evgenikos'muş, The Owls'da oynadığı için gelmiş. O kadar yakınımda görünce kalbim yerinden fırladı yemin ediyorum. Of.
Darısı Michelle Wolff'un başına, ama Paris Pickard'a da hayır demem.

No comments: