Monday, 16 February 2009

casually dressed and deep in conversation


En son yazımdan beri bir kısmını buraya yazmaya cesaret bile edemediğim çok şey oldu. Her zamanki gece gezmelerimden farkı, Industrial Pink'in hayatımda gittiğim en elit gay bar olması, içeride bir tane bile ıyy ya da you-can-pay-for-school-but-you-can't-buy-class tepkisi verilesi insan olmaması, ortamda bir tek bira şişesi görmemiş olmam ve herkesin istisnasız martini bardaklarında kokteyl içmesiydi. Çok çok fazla Long Island Ice Tea içtikten ve bir sürü adını hatırlamadığım insanla tanıştıktan sonra Kent Uni LGBT Society üyeleriyle birlikte VIP Lounge'da buldum kendimi, 40 yaşında bir kadın tarafından yavşandım -bu da yeni bir kelime oldu sanırım-, birilerini mekandan attılar ve okuldan bir kız uzun süre boyunca mekan dekorundaki çukurumsu her türlü şeyin içine kustuktan sonra bouncer'lar tarafından ambulansa taşındı bilinçsiz bir şekilde. Oradan Canterbury Tales'e geçildi, gereksiz pahalı bir sürü cider içildi bir yanımda Nicky, diğer yanımda Nikki ile. Bu ikisinin isimlerinden başka ne tür bir ortak noktaları olduğundan bahsetmek istemiyorum, az sonraki paragrafta bahsedeceğim gibi kendimden tiksinme nöbetleri geçiriyorum çünkü aklıma gelince. Garip bir geceydi kısacası, kızla birlikte ambulansta giden bir arkadaşımın "Ben gittikten sonra neler oldu" sorusuna başka bir arkadaşımın verdiği cevap gerçekten tamamen özetliyor sanırım: "Hot mess, that's what happened."

Monogamy mümkün mü acaba gerçek anlamda? Aldatmak nedir, bi-bok-yedim-ama-ona-karşı-bişey-hissetmiyodum-aşkım mı aldatmak, yoksa biriyle birlikteyken başkasını düşünmek mi? Şu hayatta bir kere olsun tek eşli bir insan olamamam ama beni aldatan eski sevgililerime yıllar sonra hala içten içe kin duyuyor olmam nasıl bir mantık? Beni seven her insana bir şekilde yalan söylemiş ya da söylüyor olmam beni dandik bir insan mı yapıyor? Bilemiyorum. En iyisi bunu hiç sorgulamamak belki de.

Sevgililer Günü'm bu sene sabah 5.30'da kalkıp normal insanların uyanma saatini bekleyerek Die Hard 4 izlememle başladı, Queer As Folk'un bütün bölümlerini baştan sona izleyerek devam etti, Maidstone'daki gay bara gidip o aşırı güzel kızın bana gülümsemesinden sonra eve gidip Die Hard 1 izledikten sonra sona erdi. Bugün de Die Hard 2 ve 3 izledim, Pazar sabahi 8'de ayakta olmama ve 1 saat önce uyku ilacımı almama rağmen hala en ufak uykumun olmamasından bahsetmiyorum. Sanırım hopeless romantic kişiliğim uykuda bu sene, St. Valentine'ın kemikleri sızlamıştır benim gibi bir insan böyle bir günde olabilen en anti-romantik filmi izlerken.

Uyku problemim var bir adet, nedir bilemiyorum ama ciddi şekilde uyuz olmaya başladım artık. Uyuyamıyorum bütün gece, sonunda uyuyabildiğimde de abuk derecede erken uyanıyorum. "If only tonight we could sleep" geldi aklıma, sonra düşündüm uyku konseptli başka ne var şarkı diye, "it's past 3 am and i'm still far from sleep"'i buldum. "I can't sleep, I'm up all night" dedim daha sonra, ve Enrique Iglesias yani, o derece sıkıntılı bir ruh halindeyim şu an.

Angel don't take those sleeping pills you don't need them
Though it's just time they kill
Angel give me your sleeping pills you don't need them
Give me the time they kill
You're a water sign I'm an air sign
Gone gone to Valium can you get me some?

No comments: